ßy KaPTaN okul öğrenci öğretmen maçka lisesi macka lisesi resim fotoğraf izci gazete rehberlik kadro atatürk

maçka, macka, mackalisesi, maçkalisesi, ßy KaPTaN, By KaPTaN, denizliman.tr.gg, elazignet.tr.gg, vitrin-shoes,



Maçka Lisesi Maçka öğrenci macka lisesi ziyaretçi defter öss Rehberlik fotoğraf gazete resim öğrenci

maçka lisesi, trabzon, maçkalı, trabzonlu,ziyaretci, ziyaretci defteri, öğrenci, öğretmen,
lise, mehmet ataç, 2008-2009



   
  MAÇKA LİSESİ
  Maçka
 


MAÇKA

Maçka tarih bakımından Trabzon'un en eski ilçelerinden birisidir.Tarih kitapları ve belgelerinden Maçka'nın 2400 yıllık bir yerleşim birimi olduğu anlaşılmaktadır.Maçka tarih boyunca çeşitli kültürlere sahne olmuş,zamanın ünlü ticaret yolu sayılan ipek Yolu bu ilçeden geçmekteydi.Maçka da konaklama yeri olarak belirtilmiştir.

Tarih boyunca küçük bir yerleşim birimi olan Maçka 1913 yılında resmen Türk devletinin bir ilçesi olmuş, bu tarihten 3 yıl sonra Rusların işgaline uğramış, yaklaşık 2 yıl işgal altında kaldıktan sonra 15 Şubat 1918'de işgalden kurtarılmıştır.Her yıl 15 Şubat günü Maçka'nın yıldönümü törenler ve düzenlenen çeşitli etkinliklerle kutlanmaktadır.

Cumhuriyet'in ilanından günümüze kadar Maçka devlet yardımları ve yatırımlardan nasibini almamış, coğrafi yapısı nedeniylede tarım ve sanayide geri kalmış, bu nedenle de ilçemizden hızlı bir şekilde göç başlamıştır.

1989 yılından itibaren Maçka küçük bir yerleşim birimi görüntüsünden sıyrılmaya başlamış, ilçenin altyapısı,ulaşım sorunu ortadan kalkmış modern bir şehir görünümü kazanmıştır.Bu gün Maçka Doğu Karadeniz'in en modern ve en şirin ilçelerinden biri durumuna gelmiştir.


Başlangıçtan M.Ö.288 yılına değin gelen değişik toplulukların,konar-göçer içinde dağlarda yaşadıkları süre. Bu sürenin son bölümü İran egemenliği altında geçmiş,Büyük İskender’in Anadolu’yu ele geçirdiği M.Ö.334 yılına değin gelen kısımdır.Bütün Anadolu gibi Trabzon dolayları da bu yılda İran egemenliğinden kurtulmuş,yeni bir yönetimin idaresi altına girmiştir. Büyük İskender’in ölümünden aşağı yukarı 35 yıl sonra, Trabzon dolaylarını kapsayan Maçka yörelerini de içine alan Pontos devleti kurulmuş yukarıda belirtildiği gibi Roma egemenliğinin başladığı döneme değin gelmiştir.



Roma egemenliği 450 yıl sürdükten sonra İmparatorluğun M.S.395’te ikiye ayrılmasıyla Trabzon-Maçka Bizans yönetimi altına girmiştir. Bu yönetimde 1204 yılına değin sürmüş Bizans’ın haçlıların eline geçmesiyle 1204’te “Pontos Rum İmparatorluğu” kurulmuştur.

Bu iki dönemin birincisi,önce söylediğimiz gibi çok tanrıcı,ikincisi tek tanrıcı Hıristiyan çağıdır. Bu çağın son kesimi 257 yıl sürmüş 1461’de Fatih Sultan Mehmet’in eline geçerek inanç bakımından İslam egemenliği altına girmiştir.
1461’den sonra Osmanlı İmparatorluğunun bir ili,sancağı olan Trabzon bölgesi Maçka’yı da içine alıyordu.Başlangıçtan bu döneme değin, bu bölgede yaşayan insanların hepsi yerlilerdir.inanç değiştirmelerle tek tanrıcı dönemin önce Hıristiyan sonra Müslüman ortamına girilmiştir.1461’den sonra Trabzon yöresine Doğu Anadolu’dan bir takım Müslüman toplulukların göçtürülüp yerleştirildiğini de tarih kaynaklarından öğreniyoruz. Fermanlarda kimi tarih belgelerinde “ Vergi tarir defterleri”nde bu göçtürülüp yerleştirilen ailelerin adları,sanları yazılıdır.Çok özel bir konu niteliği taşıdığı için bunları bir bir burada,ilçenin bütünlüğü içinde saymanın gereği yoktur.Çünkü bu belli aileler dışında kalanların hepsi tarih boyunca bu bölgede yaşamış,çağların akışı içinde inanç değiştirmiş topluluklardır.
Doğudan Trabzon yöresine Maçka dolaylarına göçtürülüp yerleştirmenin en yoğun olduğu dönem ikinci Bayezid ile Kanuni Sultan Süleyman arasındaki 60 yıllık süredir.Ondan sonraki yerleştirmeler seyrek olduğu oranda da önemsizdir.Fatih Sultan Mehmet döneminde de yerleştirmelerin yapıldığı düşünülebilirse şimdilik böyle kesin bir belge elimize geçmedi. İlerde yapılacak daha geniş kapsamlı araştırmalar böyle bir kaynağın varlığını ortaya koyarsa durum değişir.Ancak,son yapılan bir araştırmada Maçka’ya Doğu Anadolu’dan kimi toplulukların yerleştirildiğini öğreniyoruz: “ Maçka’daki Eyyübiler ( Eyüboğlu’lar ) 1507’de Mafarkın ( Silvan ) dan kaçarak Şehzade Selim’e sığınarak buraya yerleştirilmişlerdir.” ( M.F.Kırzıoğlu; Osmanlıların Kafkas Ellerini Fethi, s.48 ) bu alıntı bize yerleştirmelerin daha 1507’de bile kesinliğini koruduğunu gösteriyor. Bu yerleştirmelerin yalnız bir aile ile ilgili olduğu söylenemez,daha başkalarının da olması gerekir.Ne yazık ki bu konuda elimizde ne kesin bir belge ne de soruna ışık tutucu özel bir araştırma vardır.Özellikle Trabzon-Erzurum yolunun Ziganalardan sonra kuzeye inen uzantısının iki yakasında dereye bakan köylerin kiminde bu tür yerleştirmelerin varlığını gösteren belirtiler görülmektedir. Bu da Osmanlı Devletinin ulaşımı sağlayan yerlerdeki geçitleri sürekli denetim altında bulundurmak gerektiğini duymasının doğal sonucudur.

Osmanlı döneminde,Maçka’ya Gümüşhane dolaylarından gelen kimi toplulukların yerleştirildiğini,bunların Meksila, İspela ( Çatak-Coaklı ) köyleri otlaklarından yararlanmaları için “ Saray” dan buyruk verildiğini gösteren şimdi elimizde bulunan biri 1195 öteki 1260 yıllık iki “Ferman” dan öğreniyoruz. Biri 150 öteki 215 yıl eskiye giden bu belgelerin daha eskilerinin bulunduğu da kuşku bürürmez.

Tarih bakımından daha önemli bir olay 1916’da Maçka’nın Ruslar eline geçmesidir. Rus birlikleri Maçka’da 1916-1917 sonlarına değin kalmış sonra çekilmişlerdir.Rusların Maçka’ya girişiyle bir çok yerde yerel savunma çeteleri oluşturulmuşsa da büyük başarı sağlanamamıştır.Çünkü Rus eri kılığına giren Hıristiyan çeteleri Türk direnişçilerini arkadan vurmuştur. Nitekim bu savunma çetelerinden birini oluşturan Ali Yemen ile arkadaşları vurularak ölmüştür.

1919’dan sonra Trabzon dolaylarında etkinliğini sürdüren bir konu da Maçka bölgesinde bulunan gerek Pontusça gerekse “ Kurtuluş Savaşı” öncesinin girişimlerine karşı olayları önlemek Mustafa Kemal’in isteği üzerine Maçka’ya Yarbay Halit Bey atanmış bu bölgenin yönetimi ona verilmiştir.

Kurtuluş Savaşından sonra 1840’dan beri sürdürülen “ Pontosçuluk “ etkisiyle olumsuz bir tutum takınan yerli Hıristiyanlar Yunanistan’la yapılan anlaşma sonucu Maçka’dan göçtürüldü.Meryemana,Akarsu dereleri kıyılarında köylerin Akarsu ( Larhan ) dışında hepsi Hamsiköy yolunun doğu-batı köyleri boşaltıldı.Bu boşatılan köylere 1929’dan sonra Of-Sürmene-Tonya-Yomra köylerinden gelen Müslüman topluluklar yerleştirildi. Bu nedenle Maçka’nın boşaltılan köylerinde “ Maçka Yerlisi” yoktur. Bu durum yöresel geleneklerin “ Kültür yapılarının “ değişmesine yol açtı. Bunun tarihsel değil yerel bir önemi vardır.O da halk bilgisi çalışmalarını ilgilendirir.

Maçka'nın yörelerinde, özellikle yüksek yerlerde, yaylalarda, geniş boyutlu bir yerleşme varlığını, ilk çağ yazılı kaynaklarından öğreniyoruz.Bunların en ilginç sayılabilecek olanı M.Ö 400 Dolaylarında, kardeşine karşı ayaklanan, Pers Kiros (Key hüsrev) un yanında savaşa katılan Ksenophon'un yazdığı Anabasis adlı kitaptır.M.Ö 401 de başlayan savaşa katılan, M.Ö 400'de başarısızlığa uğrayınca bu günkü Bayburt-Gümüşhane-Trabzon çizgisini izleyen komutan, Maçka yaylalarından geçmiştir.Bunu kitabında geçen açıklamalardan öğreniyoruz.Değişik tartışmalara yola açan, Trabzon'a iniş yolu üzerinde anlaşmaya varılan bu kitap, ince elenip sık dokunduğunda, bir takım gerçekler aydınlığa kavuşur.Bu gerçeklerin aydınlanmasında en önemli unsur dildir.

Ksenophon'un Kolkhoslar, kimi kaynaklarda Kolklar diye geçen insanların yaşadıkları yerler Maçka dolaylarıdır.Makronlarla komşu olan, onların kuzeyinde oturan bu topluluk dağlarda, yaylalarda konar-göçer durumda yaşardı.Ilk çağ haritalarında Kolkhosların yaşadıkları yerin, Trabzon'un güneyinde, dağlık bölgelerde olduğu gösterilmektedir.Ancak Makronlar daha tanınmış, daha geniş alana yayılmış bir topluluktu.

Bizim için ilginç olan, Yunanlı Komutanın Kolkhoslar ülkesinden bir kaç saat yürüdükten sonra denize varmasıdır.Kimi kaynaklar, Kolkhosların Zigana dağı yaylalarında yaşadıkları, daha kuzeye inerek bütün Maçka dolaylarını egemenlikleri altına aldıkları kanısındadır.Eleştirici bir karşılaştırma yapıldığında bu kanının benimsenecek bir nitelikte olduğu ortaya çıkar.Nitekim Ksenophonun askerlerinin yiyerek bayıldıkları , yerlere yuvarlandıkları, 'delice bal ' da Kolkhosların yaşadıkları yörede daha boldur.

Maçka'nın ilk çağdan bilinen yerlerinin Kolkhozların oldukları kanısını taşıdığımızı bildirdikten sonra şunu belirtelim:Bu ad, Grek yazılı kaynaklarıyla günümüze gelmiştir, ancak Grek sanılmamalı.Dilleri başka olduğu gibi, o dönemlerde bu bölgelerde Grek yoktu, Ksenophon, denize ulaşabilmek için bu toplulukla savaşmak sonra anlaşmak ihtiyacını hissetmiştir: "arkadaşlar, karşımızda, gördüğümüz insanlar, çoktan beri varmak istediğimiz gaye ile aramızda tek engeldir (S. 143) " sözlerinden Kolkhosların Maçka dolaylarında yaşadıkları, bir yayla topluluğu olduğu sonucu çıkmaktadır.Gerçektende, bu toplulukla olan engel ortadan kalktıktan sonra Ksenophon denize ulaşabilmiştir.

Kolklar (Kolkhoslar) sonraki yüzyıllarda, yavaş yavaş, konar-göçer, yaşama biçimini bırakmış, öteki komşu topluluklar gibi yerleşim düzenine geçmişlerdir.Oldukça saldırgan, savaşçı olan bu topluluğun bulunduğu bölgede, başka bir obanın barınma, yerleşme imkanı yoktu.Ilk çağda bu dağlık bölgelerde, büyük, düzenli olduklarının yönetilip yönlendirilmesi kolay değildi.Bu nedenle, bütün Zigana dağlarının çevresini kuşatacak büyüklükte bir yabancı yerleşme söz konusu olmasa gerek.

Kolkhoslar, delice bal:

Ksenophon'un yukarıda adı geçen eserinde, sözünü ettiği Makronlar Gümüşhane-Bayburt-Torul-Maçka dörtgeni içinde yaşayan, daha çok dağlık bölgelerde dolaşan Kolklar (Kolkhoslar) denen halkın komşularıdır.Makronlar ülkesinden 55 km. kuzeye doğru yürüyerek Kolklar ülkesine geldiğini, oradanda 40 km. dolaylarında yürüyerek Trabzon yakınlarında denize vardığını söyleyen yazar önemli bir ipucu veriyor.

Şöyleki: Makronlar ülkesinden sonra 95 km.lik bir yol yürüyerek denize iniliyor.Bunun en az 40 km. si Maçka sınırları içindedir. (Trabzon'a uzaklık bakımından) Bu yol nerede bulunabilir, hangi dağın üstünden aşabilir? Bu mesela ilk bakışta zor görünüyorsa da, yazar bize yeni bir ipucu veriyor:Delice bal.Bu bal yaban balıdır, başka bir adıda zifin balıdır.Zifin ise zafinoz denen, sarı çiçekli, ağır kokulu bitkidir.Bunun çiçeğinden çıkan bal çok etkileyicidir, çok yenirse öldürür.Delice bal diye Türkçe'ye çevrilen bu kelimeyle anlatılan bal yeni değildir, aşağı yukarı Trabzon yaylalarının Maçka ile ilgili bölümünü bilen, duyan bir çok yazarca yazıya geçirilmiştir.Bu bal, genellikle Meryemana yöresinndeki yaylalarda yaşayan arılarca zifin çiçeğinden üretilir.Bu balı bundan 89 yıl önce, Araklı ilçesinin güneyindeki dağlık yörede bulunan, Santa köylüleri de bilirler.Ağrı dindirici bir nesne olarak kullanırlardı.Buda onların bir buluşu değil, çok daha eskiden kalmadır.Santa köylerinin de batısına düşen yaylalar Maçka yaylalarıydı.

Hitit Devletinin, M.Ö. 2000 den biraz sonra kurulduğu biliniyor.Bu konuda kazılardan çıkan kesin deliller, buluntular vardır.Hitit dilinde, belli bir topluluğun adı olarak geçen, "Kaşga" ya da "Gaşka" diye bir kelime vardır.Bu topluluk yaylalarda yaşayan, belli bir yerde yerleşmeyen, kapıp kaçıcı, Ilgarlayıcı bir yaşama düzeni içindeydi.Hititlerin de kuzey komşuları sayılırdı.Maçka halk ağzında da "Gaşkaş" , ya da "Kaşkaş" biçiminde söylenen, arabozucu, kapkaççı manalarına gelen bir kelime vardır.Bu mahalli kelimelerde sislere bürünmüş bir tarih gerçeği yatmaktadır.Gaşkaşlar, Maçka yörelerinden olmayabilirler.Ancak Ilgar alanlarının sınırlarını daraltmakta bugün için mümkün değildir.1963 yılında, Meryemana'nın karşısında bir kayma oluştu.Bu kaymada ortaya çıkan eşyalar arasında bir hançer, bir de karşılıklı iki öküz başı bulunan bir iğne vardı.Şimdi Ismet Zeki Eyüboğlu'nda olan bu iğne, bir Iskit iğnesidir.Ölülerin göğsüne konurdu, kutsal sayılırdı.Bu olay, o yörelere Iskit inançlarının girdiğini, yerleşmenin sürekli olmasa bile, o yörede M.Ö. 700 dolaylarında bile insanların yaşadığını hissettirmektedir.

Maçka'nın, coğrafya bakımından, sınırları içinde ilk yerleşmelerin yüksek yaylalarda, konar,göçer niteliğinde olduğu, özellikle M.Ö. 700 yıllarının çok ötesinde, bugünkü Erzurum-Erzincan bölgesinde yaşamış insanların Karadeniz'e bağlantısını sağlayan bir yayla-köprüsü niteliği taşıdığı açıktır.Bunun başka bir delili de tarih boyunca doğuyu Karadeniz'e birleştiren tek odağın Trabzon olduğudur.Trabzon M.Ö. 1040 dolaylarında bile önemli bir yerleşme merkeziydi.Oysa Trabzon tarihi ile ilgili çalışmaların nerede ise hepsinin odağını, Miletos Denizcilerinin Karadeniz kıyılarında kurdukları alışveriş yerlerinin başlangıcı oluşturur.Bu bütün Karadeniz kıyılarının tarihinin Hellen (Yunan) başarısı diye göstermek gayesi güden bilim dışı bir tutumdur.

Trabzon dolaylarında yerleşmenin başladığı dönemlerde Roma kelimesi bile bilinmiyordu, bunun gibi Yunan (ion'dan gelir).Hellen (Ellen sözünün okunuşudur. "Kardeş" anlamına gelir) gibi kelimelerde bilimsel gerçeklerin çok uzağındaydı.Trabzon dolaylarında ilk düzenli, yerleşik devlet M.Ö. 298 dolaylarında kurulmuştu.Bu devletin kurucusu Pers dilinde Mirh-âbad, Yunan dilinde Midridades diye anılır.Pers dilinde anlamı "Güneş ülkesi" demektir.Trabzon ondan önce Kafkas boyları, M.Ö. 525 ten sonrada Pers'lerin egemenliği altındaydı."Pontos devleti" adıyla Büyük Iskender'in ölümünden sonra (M.Ö. 3213) bağımsız olarak kuruldu."Pontos" kelimesi eski Anadolu dillerindendir.Yunancaya sonradan geçmiştir.Yunanca'da deniz manasına gelen yine Anadolu asıllı kelime "talassa" dır.Nitekim "Yunan kelimesi de yine Anadolu dillerinden geçen "ion" kelimesinin Arapçalaşmışıdır.Bu kelimede bir Anadolu tanrıçası olan "io" dan türetilmiştir.Öte yandan "Grek" sözcüğü de Yunanca değildir.Romalıların, Italya'nın doğu kıyısına komşu olan boylara verdikleri "graecea/komşular" kelimesinden türemiştir.Trabzon adı da Anadolu dillerindendir.Hitit dilinde "Tirias/üç" kelimesiyle eş kökenlidir."Tirias-Tiria-tira" gelişiminin tabii sonucudur.Bu "Tiri" kökü bütün Hint-Avrupa dillerinde ortaktır.Bu açıklamalar, bize, Trabzon-Maçka dolaylarında, dil bakımından, yerleşmelerin çok eskilere gittiğini, kimi tarihçilerin ileri sürdükleri gibi Yunan insanlarıyla bağlantılı olmadığını göstermek için buraya eklenmiştir.

Rum kelimeside yanlış açıklanan, yanlış anlaşılan bir kelimedir."Roma" kelimesinin bozulmuşudur.Islam ülkelerinde "Roma" kelimesi vardır.Tarih kavramı olarak bu kelimeyi gündeme getiren Araplardır.Anadolu'ya "diyarı-Rum" demişlerdir.Bu da Anadolu'nun, bir süre Roma egemenliği altında kalışından dolayıdır.Nitekim Erzurum ilinin eski adı olan Arz-ı Rum da Roma ülkesi demektir.Anadolu'da bulunan Hristiyan terlilerin bir bölümünü "Yunan" anlamında "Rum" demenin bir tarih yanlışı olduğu tartışılmaz bir gerçektir.Çünkü Anadolu içerlerine, özellikle kıyılardan saatlerce, günlerce uzak dağlık bölgelere, tarihin hiç bir döneminde Yunanistan'dan boylar, obalar gelip yerleşmemiştir.Daha sonra görüleceği gibi, Hristiyanlığı yaymak için keşişler, din yayıcıları gelmiştir ki bunların sayısıda önemsiz denecek kadar azdır.Dahası, Roma Imparatorluğu egemenliği altında Anadolu'da yaşayan insan sayısı bir kaç milyon iken, bütün Yunanistan halkı (Atina ile dolayları) bir kaç yüzbini bile geçmezdi.Trabzon'un dağlık, yayla bölgelerinde yaşayan yerlileri Hz. Isa'dan bir kaç yüzyıl sonra yalnız kıyılarda, tek tük kimselerin Hristiyanlığı benimsemesi, yanlış olarak bütün yöre insanlarının Rum (Yunan) olduğu kanısını uyandırmıştır.Halbuki, ilkçağda bile Karadeniz'in dağlık bölgelerine ayak basmış bir Atinalı gösterme imkanı yoktur.(Seyyahlar,Komutanlar dışında, o da savaş dolayısıyla).

Gerek Maçka, gerekse Trabzon'un kıyı çizgisi üzerindeki yerleşmelerde egemen olan insanlar yerlidir, ad değişmeleri inanç sebebiyledir.Tarih açısından yanlış yorumlara yol açmıştır.Bu yüzden, dağlık bölgede yaşayan insanların kökenini batı azarlarının dinci tutumlarına dayanarak açıklamak saptırıcıdır.

Anadolu, doğal konumu dolayısıyla, göçlerin uğrak yeridir.Ancak bu göçler, batıdan doğuya değil, doğudan batıya doğrudur.Trabzon'un dağlık bölgelerinde, inançların, geleneklerin, manastırlarda uygulanan yapı biçimlerinin incelenmesinden öğreneceğiz.

Dil, yerleşmelerin açıklanışında önemli bir etkendir.Şimdi, yeniden, Ksenophon'a M.Ö. 400 dolaylarına dönelim.Bu Yunan komutanı, adı geçen eserinde şöyle yazıyor:"Burada, sözlerine bakılırsa, Atina'da esir olarak çalışmış, bir Peltast, Ksenophona gelerek, bu adamların dilinden anladığını söyledi.Bir engel yoksa bunlarla konuşayım dedi, (sf. 141.)" Bu alıntı çok ilginçtir.Ksenophon bir Yunan komutanıdır, Yunanca konuşur.Makronlarla, Kolklarla anlaş***yor, onların dilini bilmiyor, Atina'da esir olarak kalmış, kendi ordusunda görev almış, bir Peltast (Mızraklı-Kalkanlı savaşçı) aracılığıyla bağlantı kurabiliyordu.Bu olay, bize bu insanların Yunanca konuşmadıklarını, Yunan olmadıklarını gösteriyor.Aracı Peltast ise Yunanistan'a esir olarak gitmiş, sonra Ksenophon'un ordusuna paralı asker olmuş.Yine bu alıntının bulunduğu yerde Peltast "Bunlar benim halkımdandır" diyor.Buda o dönemde, bu yörelerde başka diller konuşulduğunu kanıtlamaktadır.

Yunan dilinin, yalnız deniz kıyılarında kurulan alış veriş yerlerinde, yine alış ve verişçilerce konuşulduğu, içerlere yayılmadığı biliniyor.Bu ticaret yerlerinde satılan başlıca eşyalarda hayvan derileri, kürkler, bal, keten gibi mahalli ürünlerdi.Bu ticaret dolayısıyla, Anadolu dillerinden bir çok kelimenin Yunanca'ya geçtiği anlaşılıyor.Yunan dilinde "ss", "nt", "nd" sessizleri yoktur.Içinde bu sesizler bulunan kelimeler Yunan diline Anadolu'dan geçmiştir.Bu sebeple "Pontos-Pontus", "talassa" kelimeleride aslen Yunanca değildir.Trabzon yörelerini de kapsayan Pontos devletinin Yunanistanla en ufak bir ilgisi yokken yazılı kaynakların çoğunun Yunanca olması yüzünden, kimi adların Yunan diliyle söylenişine göre yazılması nedeniyle Yunanca sanılmıştır.Bu iddianın önemi, ne gibi olaylara yol açtığı, gerçeklerin değiştirilmesindeki etkisi burada bütün açıklığıyla sergileniyor.

Dille ilgili araştırmaların en önemli belgeleri, o çağlarda şimdiki Maçka yörelerini de kapsayan dağlık bölgelerde yaşamış insanların, yerlerin adlarıdır.Tarih kaynaklarından edinilen bilgilere göre, Karadeniz kıyılarında, bu günkü izmir (eski Miletos) dolaylarında oturan Iyonlar bir takım ticaret yerleri kurmuşlar.Bunların kuruluşu da M.Ö.700 yılları çevresindedir.Oysa, yine tarihten, bu yörelerde M.Ö. 1000 yıllarının ötesine giden insanların yaşadıklarını öğreniyoruz.Üstelik, bu insanların yaşadıkları dağlık bölgelere denizden gelip yerleşmiş batı oymaklarından söz eden kaynakta yoktur.Çağın ulaşım imkanları böyle yerleşmeye elverişli değildir.Bu insanlar, bu yörelerin yerlileri, bu dağlık bölgelerin konar-göçerleri besbelli ki Grek (Yunan) değildir, olamazdı da.Bunların adları M.Ö. 400 de buralardan geçen Yunan Komutanı Ksanaphon'un yazısından da anlaşıldığına göre Yunanca değil dilleri de başkadır.Söz gelişi Khalybler (Kalibler) Taoklar, Skthenler (Skitenler), daha ötede Karduklar ayrı diller konuşan topluluklardı.Yazılı kaynakların Yunanca olması, daha önce de belirtildiği gibi, bunların Yunan sayma yanılgısını doğurmuştur.

Öte yandan Stabon'un kullandığı, Türkçe'ye "Kule" diye çevrilen sözcüğün gerçek anlamında "Kule" değil, Trabzon dolaylarında, bugün "Kelif" diye nitelenen, 4 direk üzerine kurulmuş, daha çok geceleri mısır tarlalarını korumaya yarayan, yerden yüksek barınaklardır.Yunanca'ya Anadolu dillerinden geçen "Kalybe" ya da Farça "Külbe" kelimesinden türeyen "Kelif" Stabon'un "mosynos"dediği kelimedir.Gerçek anlamda "Kule" değil yukarıda açıklandığı biçimdedir.Bu dil örneklerini istediğimiz kadar çoğaltabiliriz.Ancak bu bir kaç örnek bile, konuyu aydınlatmaya yeter.Gerçek bu bölgelerde yaşamış insanların batıdan gelmedikleri buraların konar-göçer yerlileri oldukları doğrultusundadır.

Pontos kelimesinin Yunanca olmadığını söylemiştik, şimdi o adı alan devlete dönelim.M.Ö. 3. yüzyıl başlarında kurulan bu devletin uyrukları, Trabzon başta olmak üzere, Doğu Karadeniz bölgesinde yaşayan yerlilerdir.Bunların konuştukları diller de değişiktir.O yörelerde ticaretle uğraşan Yunanca konuşan gemiciler.(Gerçekte ticaret için gelenler) onların dillerinden anlamaz, aracılara başvururlardı.(Ksenophon gibi) Çoğu dağlık bölgelerde, yaylalarda yaşayan bu insanların ilk barınakları da mağaralar, ilkel ağaç dallarıydı.Bunu da Stabon'un eserindeki 12. kitabın 1-3 bölümlerinden öğreniyoruz.Bu yayla insanlarının boyu 6 metreye varan ucu demirli, sivri kargılar kullandıklarını söyleyen yazar, uzun süre bir yerde kalmadıklarını, sıcağın soğuğun durumuna göre, yer değiştirdiklerini söylüyor.Bu konuyu daha iyi anlamak için, Maçka dağlık yörelerindeki eski mağaraları incelemek, oralarda kazılar yapmak gerekir.Özellikle, büyük manastırın kurulduğu kayalıkların birer mağara oluşu ipucu veriyor.Bir başka ilginç ipucu da, sonraki bölümlerde ele alınacak olan eski inançlardır.Bu eski mağaralarda kurulan manastırlarda inançlar, söylentiler incelendiğinde, bunların tek tanrıcı dillerle bağdaşmadığı, çok tanrıcı dönemlerden kaynaklandığı sonradan biçim değiştirdiği kolayca anlaşılır.

Şimdi, sonradan Pontos adıyla tarihe geçen ilk çağ devletinin, ilk uyruklarının bu dağlık bölgelerde yaşayan, değişik diller konuşan, çağların akışı içinde, yeni şartlar altında yerleşik hayata geçen kimselerden olduklarını söyleyebiliriz.Pontos Devletinin daha sonraki dönemlerde, özellikler Roma Imparatorluğu çağında, 50 bin ile 100 bin arasında savaşçı çıkardığını göz önüne getirirsek bu bölgede yaşayan insanların sayısı konusunda, azçok bilgi edinebiliriz.Ilk çağda, aşağı yukarı 50.000 km² bir alanı egemenliği altında bulunduran, 230 yıl bağımsız yaşamış bu devletin insanları ne oldu?Bu sorunun karşılığını tarihin yazılı belgelerinden önce sağlıklı düşünme yeteneğinde aramak gerek.

Maçka yörelerinde, ilk yerleşme yerlerinin, savunma amacıyla, sürekli tarıma geçilmediğinden beslenme etkisiyle yüksek yerlerde, yaylalarda oluştuğu bellidir.Dere yatakları kıyılarında sürekli yerleşme düzenine geçiş çok sonradır.Tarım olayının gerektirdiği imkanların doğmasıyla bağıntılıdır.Deniz kıyılarındaki yerleşmelerin de, dağlık bölgelerden sağlanan av ürünlerinin miktarıyla orantılı olduğu tartışma bürümez.Bunun en açık delili de av ürünlerinin bulunmadığı yerlerin uzantısı olan deniz kıyılarında yerleşik hayata geçilmeyişidir.Yerleşmede üç etken vardır: Beslenme,savunma,ulaşım.

Maçka yörelerinde yerleşmeyi sağlayan imkanların pek kolay oluşmadığı anlaşılıyor.Özellikle M.Ö. 525 den sonra, Perslerin Anadolu'yu egemenlikleri altına alışından beri, yavaş yavaş, dağlık bölgelerde sürekli yerleşmelerin başladığı biliniyor.Deniz kıyılarında ise çok eskilere gidiyor.Anadolu'nun orta, batı, güney batı, doğu kesimlerindeki yerleşmelerin, toprağın yapısına, konumuna göre, M.Ö. 9000 yıllarına uzandığı, Antalya'daki "Kürain mağarası" nda bilinen kalıntıların, burada M.Ö. 15000-30000 yıllarında insanların yaşadıkları anlaşılmış, buluntular ilgili müzelerde sergilenmiştir.Trabzon yöresi için, yerleşimin başlangıcını tespit etmek çok güçtür.Bu da yörelerinde bilimsel kazıların yapılmayışı yüzündendir...Ancak büyük düzlükleri içeren yüksek yaylalarda, özelliklede sisten etkilenmeyenlerde, ilk yerleşmelerin gerçekleştiği, bir varsayım olarak söylenebilir.Bu konuda ilk düşünülebilecek yaylalar Konaklar Köyünün bulunduğu yörenin Araklı'ya uzanan doğu kesiminden başlayıp Zigana'nın doğusuna ulaşan, Çakılgöl yaylasını içerip, Meryemana'nın güneyindeki Taşköprü Yaylasından geçen geniş-eğik çizginin kuzeyinde kalan yaylalar düşünülebilir.Bu tasarlanan çizginin çevrelediği yöreler dağ ulaşımına en elverişli yerlerdir.Nitekim ilk çağdan beri Trabzon'un dağlık bölgelerinden bir kesimini buraların denize bağladığı, yine ilk çağdan beri bir çok ordunun bu yaylalardan geçerek Trabzon yakınlarına indiği biliniyor.

Ilk yerleşmelerin, genellikle, ırmak, dere kıyılarında olduğunu gösteren belirtiler çoktur.Köylerin doğal konumu gözlendiğinde durum aydınlığa kavuşur.Ilk bakışta Maçka köylerinin kayarak oturmuş topraklar üzerinde kurulduğu, çevrenin orman olduğu görülür.Aşağı yukarı bütün köyler dağ yamacında oturmuş, biraz eğik düzcüklerde kurulmuştur.Doğal düzlük yalnız yaylalarda vardır.Söz gelişi Akarsu, Yazlık, Çeşmeler, Çatak, Ocaklı, Konaklar, Hamsiköy yöresinin yol boyunca uzanan tüm köyleri, Başar gibi bir çok köy toprağın kayarak oturmasıyla oluşan yerlerde, ötekiler orman kırılarak açılan yerlerde kurulmuştur.Ormanları açarak tarla, çayır yapma işlemi yakın yıllara kadar sürmüştür.
Maçka dolaylarında, konar-göçer niteliğinde de olsa, insanların geniş bir kırsal alan kapladıkları biliniyor .Bu insanlar, çağların akışı içinde, yavaş yavaş yerleşik yaşama düzenine geçmişlerdir.Bunu doğuyu Karadeniz'e bağlayan, dağ-yayla yollarının işlerliğinden, o yollardan geçenlerin yazılarından öğreniyoruz.



Yeniden geçmişe dönelim Trabzon-Maçka yörelerinin de içinde bulunduğu Pontos devleti, M.Ö. 288 dolaylarında Midridates adlı Iran kökenli bir komutanın çalışmalarıyla, bağımsız bir birlik olarak kurulmuştu. Daha önce Pers Imparatorluğunun egemenliği altındaydı. M.Ö. 288 de kurulan bu bağımsız devlet, zaman zaman Anadolu içlerine, Batı Anadolu'ya, Kafkasya'ya kadar uzayan bir alanda egemenliğini sürdürdü. M.Ö. 66 yılında Roma Orduları Başkomutanlığına getirilen Pompeius Doğu Anadolu üzerinden yürüdü, önce Ermeni Kralı Tigranesi yendi.Tigranes yenilince ordusunu bırakıp Midridadeshin yanına kaçtı. Pompeius, bir süre sonra Pontos Devleti üzerine yürüdü.. Bu süre içinde Ermeni Kralı Tigranes, yeniden güçlenmiş, devletinin başına geçmiştir .Ancak Roma daha çok Middidadesi ortadan kaldırmayı düşünmüştü. Pompeius bu yıl içinde savaşa girerek, yardımsız kaIan, kendi başını kurtarmaktan başka düşüncesi olmayan, bir süre önce kurtardığı Kral Tigranes'in ondan ayrılmasıyla, Pompeius'la yaptığı savaşta yenildi. Yeni bir ordu düzenlemek için geri çekildi, Kırım'a geçti ancak M.Ö. 63'de oğlu Farnakes'in ayaklanması, yönetimi eline alıp taç giymesi üzerine kendi kendini öldürdü, böylece Pontos Devleti 225 yıl bağımsız yaşadıktan sonra bir Roma Ü1kesi (Arz-ı Rum ya da Diyarı Rum) durumuna geldi. (1)
Daha önce de belirtildiği gibi ilk Pontos Devletinin bütün uyrukları, eskiden beri bu yörede yaşayan insanlardır.Batıdan önemli, etkili göçler olmamıştı. Çağın ulaşım imkanları gözönünde tutulursa, böyle il, ilçe kuracak nitelikte büyük göçlerin, dağlık bölgelere yerleşmenin imkanı da yoktu. M.Ö. 63 de bağımsızlığını yitiren Pontos yurttaşları Roma egemenliği altında, M.S. 395 yılına kadar yaşadılar.Roma imparatorluğu, 395 te doğu-batı diye ikiye bölününce. Trabzon-Maçka yörelerinin de içinde bulunduğu bütün bölge, sonradan Bizans adını alan Doğu Imparatorluğunun egemenliği altında kaldı.

Bu dönemde, Trabzon-Maçka yöresi insanları çok tanrıcı bir inanç ortasında yaşıyor, eski çağdan beri varlığını sürdüren doğa tanrılarına inanıyorlardı. Tek tanrıcılı döneme geçmeye başlama olayı 395 den sonra başlamıştır.Bundan önceki yıllarda, Trabzon yörelerinde Isa'nın getirdiği bir dine bağlı bir kimsenin adı sanı bilinmiyor.Bu yörelerde Hıristiyanlığın benimsenmeye başlanması Bizans Imparatoru Iustinistos ''482-565'.' dönemindedir.Çok tanrıcılığa karşı çıkan, Ortodoks inancını benimsemiş olan Iustinianos kiliselerin, manastırların kurulmasında çalışanlara yardımcı olmuş, Isa dininin yayılmasına öncülük etmiştir, işte Trabzon dolaylarında, Hırıstiyan keşişlerin, din yayıcılarının dolaşmaları, çok tanrıcı insanları Hıristiyanlaştırmaya çalışmaları bu dönemde hızlanmıştır. Bu çağda, sanıldığı gibi, batıdan, özellikle ege adalarından büyük ölçüde göçlerin başladığı da gerçek dışıdır.Karadeniz kıyılarına batıdan gelenler yalnız yasal görevliler , kimi din yayıcıları, alışverişçiler ve gemicilerdir.Bunların içerlere, dağlık bölgelere gidip yerleşmeleri söz konusu değildir.Çünkü bu yörelerde yaşayan dağ topluluklarının hepsi savaşçı saldırgan kimselerdir .Dışardan gelerek onların yaşadıkları yörelere yerleşme imkanı
yoktu.Bu.dönemle, en az 900 yıl sürecek bi.r olay başlamıştır.Işte Karadeniz yöresinin, özellikle Trabzon dolaylarının kaderini değiştiren o1aylar, bu sure içinde geçmiş, bölge insanları başka bir kimliğe bürünmeye başlamıştır.Doğu Karadeniz dolayları insanlarını batı kökenli özellikle Ege Adaları göçmenlerinin soyundan sayma gibi tarih bakımından çok tutarsız, bilim dışı bir kanaatin doğması bu yüzdendir.(Bunun başka bir örneğini de 1461 den sonra gelen 4 Osmanlı padişahının tutumlarını da göreceğiz.)
Roma imparatorluğu ikiye bölündükten sonra Doğu kesiminin başkenti Bizans (Istanbul) oldu: Ortodoks inanç düzeninin de odağı durumunda olan Bizans'ın yasal dini Hıristiyanlık, yasal dili de Grekçe (Yunanca, yanlış bir söyleyişle Rumca) oldu.Başkenti Roma olan Katolik Kilisesinin yasal dili Latince olarak kaldı.Bizans'ın yönetimi altında bulunan bütün yörelerde yasal işlemler Grekçe ile yapılır oldu.Tapınmalar, öğretim-eğitim, ordu, sözün kısası devlet eliyle devlet denetimiyle yapılan, yürütülen bütün işlerde Grekçe kullanılırdı.Kiliseler, manastırlar; din okulları da, dinin koruyucusu. ,yayıcısı görevini üstlenen devletin denetiminde olduğu için bütün kurumlarda Grekçe hızla yayılmaya, benimsenmeye başladı.Işte Doğu Karadeiz yörelerinde, yanlış olarak, ''Rumca'' diye anılan, yöresel Grekçe'nin yayılması, tutulması nedeni bu olaylardır.Incil'in Grekçe olması, din dilinin Grekçe 0lmasına olanak sağladı.

Dil, insan varlığında en etkileyici, en derin güçtür. inançla birleştiğinde bu güç, bu etki kat kat artar Tarihte yazılı (İrı olmadığı, kendi dillerinde yazılı kaynak bırakma olanağından yoksun kaldığı için, dili, soyu unutulmuş, yazısı, dili olan uluslardan sayılmış pek çok topluluk yeri vardır .Bunlardan biri de Doğu Karadeniz yöresinin en eski bir yerleşme yeri olan Trabzon dolaylarıdır.Bu yörede, yerli halkın kendine özgü bir yazısı yoktur.Bu nedenle kendi elinden çıkmış bir kaynak da bırakamadı. En eski kaynaklar Grekçe, Latince olduğundan, o dillerin ''Özellikle Grekçe''nin etkisiyle Hıristiyanlaşan bu bölge insanları, yanlış bir tarih anlayışı sonucu ''Rum'' diye nitelendi.Oysa, bizim kendilerine ''Rum'' dediğimiz insanlar bile, kendi kendilerine bu adı vermezler.Bu adla anılan eski bir kaynak da yoktur.Sözgelişi Yunaki Panaiotidoi (Yuvanaki Panayotidis) Efendinin l897 de basılan sözlüğünün adı bile ''Lek***on Elleno- Turkikon/Hellence- Türkçe Sözlük'' biçimindedir.

Oysa, Istanbul'da yayımlanan bu esere bizimkiler, kendilerine göre, ''Kamus-i Rumi'' demekten geri kalmadılar.Bu gelenek nereden geliyor? Bunun yanıtı kolaydır.Kur' an'ın otuzuncu süresinin adı ''Sure-i Rum'' dur.''Romalılar yenildi.Pek yakın bir yerde; ancak bu yenilmeden sonra onlar üstün gelecekler.'' diye başlayan ilk bölümünde ''Romalılar'' sözcüğü Bizans Imparatorluğunu anlatmaktadır. O dönemde Bizans imparatorluğunun egemenliği altında bulunan bütün topraklara ''Roma ülkesi'' anlamında ''Rum ülkesi'' denirdi.Bu Arapça sözler sonradan Türkçe'ye, yalnız ''Yunan'' sözcüğü anl***nda ''Rum''denmesine yol açtı.Daha önce de değinilen bu kısa açıklamaya, burada yeniden dönmenin nedeni, Yunanca kaynaklarda geçen Doğu Karadeniz yöresi insanlarının, yazı-dil bağlantısı dolayısıyla, Yunanistan'dan gelmiş sanılmasıdır.Bu yüzyıldan sonra bu yanlış kanı egemenliğini sürdürecek, Trabzon bölgesinde manastırlar, kiliseler kurulmaya başlanınca, hepsi Ege Adalarından gelmiş insanların başarısı diye gösterilecektir.Özellikle Roma Imparatorluğu'nun ikiye bölünmesi sonucu doğan Bizans ''Doğu Roma'' imparatorluğun yönetimi bu yanlış kanının, yayılmasında başlıca dayanak olacaktır.Şimdi yeniden, eskiye dönerek yerleşmelerin sürecindeki değişmeleri görelim: Roma imparatorluğu'nun, bu doğu kanadı, özellikle 6. yüzyıldan başlayarak,
Hıristjyanlığın yayılmasında, benimsediği Ortodoks inancının güçlenmesinde çok etkili olmuştur.Devlet ortaçağ anlayışı gereği, dinin yayıcısı, koruyucusu görevi üstlenmiş bir kurumdur.Imparator, kilise, yer yüzünde Tanrı adına egemenlik süren birer niteliktedir.Ancak, daha Roma ikiye ayrılmadan önceki durum, Hıristiyanlara baskı da yer yer sürmektedir, işte bu baskı, Iustinianos'un kendini bir''Din koruyucusu'' saydığı döneme değin sürmüştür.Roma yönetiminin ağır baskısından
korkan, Hıristiyanlığı yaymayı da kendine tanrısal bir görev sayan kimi keşişler, rahipler, din yayıcıları, hep denetimden, baskıdan uzak yerlere kaçmaya, inançlarını gizlice sergilemeye koyulmuşlardır. Din yayıcılığının kurumlaşması Iustunianos'la
başlamış, daha sonra hızla gelişmiş, yayılmıştır. Ancak bu dönemde, ''Manastır'' kavramı daha doğmamıştır .'Manastır'' adı ancak 7 .yüzyıl ortalarından sonra ortaya çıkmıştır.Ilk Hıristiyan Manastırı da Güney Batı Anadolu yöresinde kurulmuştur.
Karadeniz kıyılarında ise, en eski.manastır 9. yüzyılda Trabzon'un içinde oluşmuştur.Bunu daha sonra göreceğiz. Iustinianos kendini Roma Imparataru sayıyor , bütün eski ''Roma Imparatorluğu''nu yeniden kurmak, birleştirmek ereğini güdüyordu. Onun Latin diline yakınlığı da bundandır.Ancak, bütün Anadolu'da eğitim-öğretim Grekçe ile sürdürülüyordu.Işte Grekçe'nin bir eğitim-öğretim dili olması, bütün kurumlarda egemenlik sağlaması bundandı

.Bu olay, tarih açısından bakılınca, çok ilginç, çok anlamlıdır. Hıristiyanlığı devlet baskısıyla, din yayıcılarının etkisiyle, yerleşik yaşama düzenine girmenin esinlendirilmesiyle, alış-veriş ilişkilerinin gelişmesiyle, karşılıklı toplumsal ilişkilerle benimseyen yerli halk, zamanla o dinin dilini de öğrendi.Bu öğrenme baskıyla değildi, ancak yaşanan gerçeklerin, bir devlet içinde varlığını sürdürmenin baskıdan daha ko1ay gelişen etkisiyle olmuştur.Grekçe' nin (Rumca denen dilin) eğitim-öğretim dili olarak kurumlaşması, yazısı bulunmayan yerli dillerin unutulmasına yol açmıştır.Bu durum, Doğu Karadeniz yörelerinin tarihsel adının, yanlış olarak, değişmesine ışık tutmuştur.Daha sonra üzerinde durulacak olan bir olayın, burada ele alınan konuyla ilgisi yüzünden, bir örnek vermekte yarar vardır.Mınas Bıjıskayan'ın daha önce adı geçen yapıtında şöyle bir bölümcük görülüyor: ''Maçka platosunun yukarısındadır.Burada dağınık durumda bir çok şapel (Küçük Kilise) vardır.Müslümanlar da Rumca konuşurlar. (5.40). Demek 1817de bile ''Maçka'da Müslümanlar Rumca konuşurlar''dı.Işte bu dilin eğitim-öğretim kurumlarına egemen olmasının, bu kurumların dine dayanmasının doğal sonucu budur.

Çok Tanrıcı dönemden, tek Tanrıcı döneme geçerken, dil-din bağlantısı en büyük etki kaynağı olmuştur.Işte Trabzon Bölgesinde, Hıristiyanlığın yayılmaya, kurumlaşmaya başladığı ikinci yerleşme döneminde Grekçe'nin yasal dil olarak benimsenmesi, tutunması böyle olmuştur.Bu olay dinle etkinlik kazanmış, yayılma hızı sağlamış, tarih gerçeklerini saptırmıştır.

Bu olayın ayrıntılarına girmenin gereği yoktur.Çünkü tarih akışı, kısa süreli kesintilerle 1461 yılına değin sürmüştür.Ondan sonra gerçeklerde yeni bir yön değiştirme olayı gündeme gelmiştir.M.5.4. yüzyıl bitimiyle, Doğu Roma imparatorluğuna (Bizansa) bağlanan Trabzon-Maçka yöresinde başlayan yerleşmeleri üç ayrı aşamada değerlendirmek gerekir.

A) Yüksek dağlık bölgelerde yaşayan insanların, yavaş yavaş toprağa bağlanması, belli bir alanı egemenliği altına alarak benimsemesi.Bu olayda değişik toplulukların, özellikle birbiriyle komşu olanların yaşama koşulları' nedeniyle birleştikleri, bir bütünlük oluşturdukları görülür. Bayburt-Gümüşhane-Maçka dağlık bölgelerinde yaş***ş değişik topluluklar savaş durumundan, az da olsa, barış durumuna geçmişlerdir.Bunlar yörenin en eski insanlarıdır.

B) Deniz ulaşımı, yoluyla alışveriş için gelen, genellikle kıyı bölgelerinde.yerleşmeyi yeğleyen, daha sonra yakın dağlık bölgelere konanlar, bunlar azsa davardır.Öte yandan dağ-yayla yolları ile gelenler de epeydir.Özellikle ardı kesilmeyen savaşlar yüzünden, insanlar toplu olarak, dağlık bölgelere kaçmış, zamanla oralarda yerleşmişlerdir. Bu tür yerleşmeler yakın yüzyıllara değin sürmüştür.

C) Yöneticilerin başka yerlerden göçtürdükleri toplulukları yerleştirmeleri Bu olay da yüzyıllar boyunca sürmüştür.Özellikle Fatih döneminden başlayıp 17.yüzyıl ortalarına değin gelmiştir.Bunlarda temel ilke dindi. Hıristiyanların çoğunlukta oldukları yerlere Müslümanları yerleştirmek, Osmanlı Devletinin Fatih döneminden beri uyguladığı bir yöntemdir.

Bu üç yerleşme türüne, özel adlar sayarak, örnek vermenin gereği yoktur .Trabzon bölgesinde, en yoğun konar-göçer yer1eşmeleri 13. yüzyıl başlarında gerçekleşmiştir. Kimi kaynaklara göre, Trabzon yöresinde, Osmanlılardan çok önce, bir Türk yerleşmesi olmuştur.Nitekim 1073-1074 yıllarında Trabzon dolaylarında Türkler vardı. (Osmanlılardan önce Anadolu'da Türkler, Claude Cahen, Çev, Yıldız Meram, 1984; s.89). Bu yerleşmenin yerini kesinlikle belirtme olanağı yoktur. Ancak denizden değil, dağ-yayla üzerinden, doğudan geldiği, Azerbaycan yolunu izlediği açıktır.Bunlar , genellikle, konar-göçer Türk boylarıdır.Bunların gerçekliğini kimi yer adlarının incelenmesinden anlamaktayız.Bir örnek verelim: Maçka yöresinde ''Oba'' sözcüğüyle anılan bütün yerler Türk yerleşme bölgeleridir .Sel-oba, fırın-oba (buna yanlışlıkla furnoba deniliyor), ''göl'' sözcülüğünün bulunduğu yaylalarda Türk yerleşme yerleridir .Çağıl-göl (Çakıl-göl), kuru-göl vb. öte yandan Gümüşki, Taşköprü, Iskender-hanı, Boğoç (Boğa kökünden) örnekleri, dil bakımından önemlidir. Bunları çoğaltmanın gereği yoktur artık. Kesin olan, Maçka dolaylarında Türk yerleşmelerinin çok eski oldu Budur. Bu Türk boylarının önemli bir bölümü Giresun-Vakfıkebir-Akçaabat üçgeni üzerinden dağ-yayla yoluyla ol.muştur. Bunların çoğu ''Çepni'' denen konar-göçer Türk boyudur .Bu göçlerinOrtaçağ boyunca
sürdüğünü yazılı kaynaklardan öğreniyoruz.

Bizans'ın 1204'te haçlıların eline geçmesi, ılgarlanması sonucu, Trabzon'a gelen bir Prens'in kurduğu Pontos-Rum imparatorluğu yerlidir, 'Rum'' sözcüğünün yanlış anlaşılması nedeniyle Yunan sanılmıştır ki, bilimsel bakımdan bunun tutar yanı yoktur.Bu devlet, zaman zaman egemenliğinin sarsılmasına karşı, 1461 yılına değin varlığını korumuştur .1204 ten sonra, Trabzon-Maçka dolaylarına sürekli Türk akınlarının yapıldığını, bu dönemi konu edinen bütün Türk tarihlerinde görülmektedir. Uzun Hasan'ın bile doğudan)gelerek Trabzon yörelerine indiği biliniyor .
Trabzon'un dağlık bölgelerinde, özellikle Maçka dolaylarında 'Manastır'' adı verilen din yapılarının kuruluşu, bu imparatorluğun güçlendiği dönemlerde başlamıştır.Bu dönemde, Trabzon dolaylarına, Kafkasyadan yeni göçler de olmuştur.Bunların kanıtları da bu bölgede bulunan kiliseler, manastırlardır. Ancak, onların deniz yolunu yeğledikleri de gerçektir .Özellikle 14. yüzyıl başlarından sonra bu dolaylara sık sık Türk akınlarının yapıldığını yerli-yabancı kaynaklardan öğreniyoruz. Bu akınlar genellikle dağlık yayla bölgelerinden kaynaklanmaktaydı. Nitekim 1358 dolaylarında Çepni boyunun Maçka dolaylarını ılgarladıkları, onların genellikle Giresun yayla1arında barındıkları bilinmektedir .Bu Çepni sözcüğü üzerinde biraz duralım.

Çepniler , inanç bakımından Ali'ye bağlı bir topluluktur .Anadolu' da 1240 yılından beri görülmektedir .Nitekim 1240 da Baba Ishak ayaklanmasına katılmışlar ,Ordu-Giresun+Trabzon yaylalarına değin geniş alana akınlar düzenlemişlerdir.

Hacı Bektaş Velayetnamesi'ne göre de ona ilk bağlanan insanlar 'çenilerdir.Çepniler 1277dolaylarında önce Sinop'ta yaşamaya başlamışlar, bu ilde saldıran Trabzon-Rum imparatorunu yaylalardan inerek yenilgiye uğratmışlardır. (Prof. Dr. Faruk Sümer, Oğuzlar, s.327) Gene bu kaynağa, onun yararlandığı Michel Panaretes'in Chranigue de Trabisonde adlı yazısına göre Çepni'ler Ordu-Giresun-Maçka yörelerinde akıncılık etmişlerdir.Bu yıllarda Çepni'lerin başında Bayramoğlu-Hacı Emir adlı bir bey bulunuyordu..Yerleşme yeri Ordu ilinin bugünkü Bayramlık Köyü idi. Bu bey 1358'de Maçka yaylalarına akın düzenlemiş epeyce doyumluk (Ganimet) alarak geri dönmüştür.Sünnilerce sevilmeyen, küçümsenen. bu su katılmış Türk topluluğu bugün de Giresun Ordu dolaylarında, yüksek yerlerde yaşamakta, ara sıra Maçka Yaylalarına gelmektedir. Daha önce belirtildiği gibi, Maçka sözcüğü o dönemde Türkler arasında yaygın olmasa bile, bir yerleşme yerinin bir simgesi olarak vardır, bu bölgeye Türklerce verilmiş bir ad değildir.Kesin olan, Maçka dolaylarına daha 11. yüzyıl ortalarından başlayan bir Türk yaklaşımının sürdüğüdür.Bu yaklaşım 1024 ten sonra saldırı, savaş, ılgar biçimini alacak nitelikte gelişmiş, 1461 de egemenliğe dönüşmüştür.

 
  Sitemizi 6750 ziyaretçi Ziyaret Etti...!
Copyright © ßy KaPTaN
 
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol